Pusulamız ekmeğimizdir

Pusulamız ekmeğimizdir<!--

-->

Üç sezon süren ve 2009’da ekranlara veda eden Binbir Gece bugünlerde yeniden gündemde. Balkan ve Arap ülkelerinden sonra şimdi de Amerika’da… Dizinin Ali Kemal karakterini canlandıran oyuncularından Ergün Demir’in Arjantin’e iki kez canlı yayına bağlanmasını, oradaki dans yarışmasından aldığı daveti, oyunculuğu ve hayatı konuştuk.

MELİKE BİRGÖLGE

DÜNYADAKİ OLUMSUZ İMAJIMIZ SANATLA DÜZELİR!

‘Binbir Gece’ dizisi, Balkan ve Arap ülkelerinden sonra şimdi de Arjantin’de… Dünya ülkelerinde bizim dizilerimizin de izleniyor olduğunu bilmek insanı umutlandırıyor. ‘Dünyaya açılabilmek zor ama imkansız değil’ diyenlerden misiniz? ‘Geceyarısı Expresi’ filminin ve 17. yüzyılda Moliere’in, eserlerinde, Türkleri barbar olarak göstermesinin izleri yavaş yavaş siliniyor mu? Ne dersiniz? 

Türkiye’nin dünyadaki imajı sanata verdiği değerle orantılı olarak düzelebilir, iyileşebilir, yücelebilir. Örneğin sinemadan yola çıkalım. Bati ülkeleri bir kenara bırakırsak gelişmekte olan ülkelerden Fas’ı düşünün. Fas’ta ezelden kraliyet gelmiş devam ediyor. 6 Muhammed, tahtını babası 2. Hasan’dan devraldı örneğin. Adam uluslararası Marakeş Film Festivali’ni düzenledi. Bugün dünyanın her bir yerinde o organizasyondan söz ederler size. Bizde Altın Portakal, Altın Koza var. Bazı oyuncular ödüllerini almaya gitme zahmetinde dahi bulunmuyor. Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları’nın kapanması an meselesi. Gazeteciler, yazarlar kendilerini otosansürlüyorlar, olmadı işlerinden oluyorlar. Hain olmakla suçlanıp hapse atılıyor. Sanatçı, ressam bıçaklanıyor ülkemizde. Bunu anında sosyal medya ile dünya öğreniyor. Ülkemiz dünyaya olumsuz sinyaller veriyor ve yaraları sarılması hayli zaman alacak gibi görünüyor.

İnsanları birbirine yabancı yapan bu sert iklimde, Arap, Balkan ve şimdi de Amerikalı izleyiciye, Binbir Gece’de sıcak gelen neler, ki okyanusları, kıtaları aşıyor dizi?

‘Binbir Gece’ ehemmiyet ile yapılmış bir iş oldu. Bu işte emeği olan kamera önü, arkası, herkese bir kez daha teşekkür ediyorum aracılığınızla. Bir kere evrensel eser olan Binbir Gece Masalları’ndan yola çıkarak evrensel boyutunu ve temalarını koruyarak, günümüzün şartlarına uyarlanmış bir hikayeye, ülkemizin en saygın oyuncularından bir kadro ile buluşturup ve bu oluşumun başına Kudret Sabancı gibi bir orkestra şefine görev verilince güzel bir şiir oluşuverdi. 

PUSULAMIZ EKMEĞİMİZDİR!

Geçtiğimiz ay içinde Arjantin’in en çok izlenen kanallarından El Trece TV’ye iki kez canlı yayınla bağlandınız. Hatta orda yayınlanan bir dans yarışmasından teklif de aldınız. Sosyal medyadan da size ilgi arttı bir anda. Arjantin’de bekleyenler çoğunlukta Gelişmeler ne durumda?

Müzakereler devam ediyor. Dün akşam da, Arjantin’de, en çok dinlenen bir radyo programına bağlandım. Anlaşma sağlandığı takdirde Buenos Aires’e gideceğim. Bizler oyuncular seçilen insanlarız. Pusulamız ekmeğimizdir.

Bir şey dikkatimi çekti. Binbir Gece dizisinden sonra, birkaç dizide, birkaç oyunda ve son olarak da ‘Fatih Harbiye’ dizisinde rol aldınız. Oyunculuğu bu kadar tutkuyla yapan, bu kadar gönül vermiş biri olarak, ülkemizdeki yapımcıların değil de yurtdışında kadın izleyicilerin gözdesi olmanızla ilgili neler söylemek istersiniz?

AĞLAMA SAHNELERİNDE GÖZ DAMLASI KULLANMAYI REDDEDİYORUM!

Bir Fransız atasözü “Kimse kendi toprağında peygamber değildir” der. Ülkemizin yapımcıların beni görememelerine, yurtdışından aldığım alkış ve yoğun ilgiden daha çok şaşırıyorum. Tiyatroda birbirinden 360 derece farklı karakterleri oynadım. Figaro’nun Düğünü’nde çapkını, Pazar Günkü Cinayet’te gay’ı, Pir Sultan Abdal’da tefeciyi, televizyonda bir mafya babasını canlandırdım. Fransa’dan onlarca farklı karaktere hayat verdim. Binbir Gece’deki zayıf karakterli Ali Kemal Evliyaoğlu’nu oynarken göz damlası kullanmayı reddeden ve tüm yüreğini ortaya koyabilen ender oyunculardan biriyim bu ülkede. Ama ne hikmetse yetmiyor. Demek ki daha çok çalışmalıyım, kendimi geliştirmeliyim!

CYRNAO DE BERGERAC GİBİ MAĞRUR OLMANIN BEDELİNİ ÖDÜYORUM!

Yapımcıların, oyunculuğunuzla ilgili fark edemediği, sizdeki bu tutkuyu görememelerinin nedenini neye bağlıyorsunuz? 
Nedenini bilsem içim rahat edecek ama inanın rasyonel bir açıklama yapamıyorum size. Sen Paris’te “Hamlet” oyna, Jean Pierre Vincent gibi yönetmenlerle çalış. Sonra bu ülkede gurur duyabileceğimiz Tolgahan Sayışman, Hande Subaşı, İlker Kızmaz vb gibi pırıl pırıl yetenekler yetiştir. Sonra televizyonu açtığında izlediklerinle kal. Tek tabanca olmanın, bir cemiyet üyesi olmamanın, bazı mekanlarda şaklabanlık yapmamanın, özgür olmamın, bir Cyrano de Bergerac gibi mağrur olmanın bedelini ödüyorum sanırım. 

BİR GÜNDE STAR OLMAK İSTİYORLAR!

Oyunculuğunuzun paralelinde aynı zamanda uzun yıllar oyuncu adaylarına doğaçlama dersleri veriyorsunuz. Ders verdiğiniz insanları gözlemlediğinizde, oyunculuğa ve hayata dair neleri göremediklerini, anlayamadıklarını fark ediyorsunuz? 

Ülkemizde pırıl pırıl yetenekler var. Tek tesellim de onlar açıkçası. Ancak bariz bir eksiklerini iyileştirmeleri lazım.
Nedir o?

Çok sabırsızlar. Her şeyi derhal olsun istiyorlar. Bir bebeği 9 ay bekliyoruz ama oyunculuk eğitimine başladık mı ertesi gün star olmak istiyoruz, bu ciddi bir sıkıntı. Sabır, sabır…

GELİŞMİŞ TOPLUMLARDA İYİ OLAN KAZANIYOR. ÜLKEMİZDE İYİ OLAN MAĞLUP OLUYOR!

Siz 30 yıl Fransa’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye geldiniz. Çoğu kişi Avrupa’ya gitmek isterken siz on yıldır burdasınız. Limuzinden inip Murat 124 e bindiniz bir nevi. Fransa’dan dönerken ‘Ne işin var orda’ diyenlere hak veriyor musunuz şimdilerde? Ya da şöyle diyelim; ülkemizde nelerle karşılaştığınızda ‘Ne işim var burda’ diyorsunuz? Ve nelerle karşılaştığınızda ‘İyi ki burdayım’ diyorsunuz?

Türkiye, benim anavatanım. Giresun’da doğdum, son mekanımda orda olacaktır. Fransa ise beni yetiştiren, eğiten ve kariyerime adım atıp, olgunlaşmama fırsat veren ikinci vatanım. O ülkeye minnetten başka bir duygu besleyemem. Orda hâlâ evim var Paris’te. Gelişmiş toplumlarda, iyi olan kazanıyor. Ülkemizde iyi olan sık sık mağlup olabiliyor. Bu beni kahrediyor. Fransızlar sanatçılarını koruyor, seviyor, yüceltiyor. Ben ‘Fatih Harbiye’ dizisinden önce ‘Asayiş Berkkemal’ dizisinde rol aldım. Bugüne dek, 1 sene sonra yapımcıdan 1 tek kuruş para alamadım, hukuki surece rağmen. O yapımcı, hâlâ elini kolunu sallaya sallaya işler yapıyor Türk televizyonlarında. Fransa’da bu tabloyu yaşatmazlar sana. Defalarca pes desem de annemin rızasını alamadan bu ülkeyi bırakamıyorum, beni böyle tutuyor. Toprak bağlıyor adamı!

GECE YAZARIM, SABAH ÇÖPÜ DOLDURURUM!

Gerek ders verdiğiniz için gerek oyunculuğunuz açısından bakarsak… Gözlem, empati ve içe bakış... Oyunculukta ve karakter yaratmakta bunların önemi tartışılmaz. Bunların yanı sıra nasıl ve nelerle besliyorsunuz kendinizi?

Kitapkolik bir insanım, bol bol yazıyorum. Evimde bol miktarda kağıt kalem vardır ve çalışma masamın yanıbaşında bir çöp. Gece yazarım, sabah çöpü doldururum. Ayda yılda bir tek sayfa masada kalırsa işte o zaman mutluktan delirebilirim.

TİYATRO, GENEL KÜLTÜRSÜZ İZLEYEMEYECEĞİNİZ BİR SANAT DALIDIR!

Sinema filmleri ve televizyon dizilerinden aşina olan izleyici ile tiyatro izleyicisi arasındaki reaksiyon ya da bakış açısı - farklılıklar konusundaki bariz uçurum neden bu kadar fazla?

Tiyatro; emek - donanım gerektiren, genel kültürsüz izleyemeyeceğiniz bir sanat dalıdır. Elizabethan Tiyatroyu, İonesco’yu, Racine’i, Goldoni’yı bilmiyorsanız neyi alkışladığınızı anlayamazsınız. Tekrarı olmayan bir an, yaşama ziyafeti ve şahitlik imtiyazıdır. Bu anlamda tiyatroyu tek geçerim. Buna karşın çoğu Türk dizilerini bulaşık yıkayarak izleyebilirseniz, bir bölüm kaçırsanız dahi genel manzaradan bir şey ıskalamış olmazsınız. Günümüz sinemasında ise, efektler, greenbox, dublör vs teknikler sayesinde inanılmaz şeyler gerçekleştirebiliyorsunuz. Seyirciler işin bu mutfak kısmına daha hakim ve bu yüzden daha müşkülpesent oluyorlar. Ama her ne dalda mücadele ediyor olsanız olun, alkış elde etmek bir başarı sembolüdür. Kimsenin alkışı diğerinden daha kutsal değildir.  

İlk göz ağrısı tiyatro olan oyuncular genellikle asıl beslendikleri yerin sahne olduğunu aksi halde köreleceklerini söylerler. Sizin için de öyle mi? 

Elbette… Zira her gün farklı bir sahnede, farklı bir ruh hali ile sahne alıyorsunuz. Karşınızda bir gün 100,  ertesi gün 1000 kişi oluyor. Ezber gidiyor, partneriniz ya da siz gününüzde olmayabiliyorsunuz. Hayat bir devinim ve siz içinde, göbeğindesiniz. Tekrar şansı olmayan bir hareket halindesiniz. Kamera karşısında istediğin kadar sil baştan yapabilirsiniz. Tiyatro sahnesinde aldığınız adrenalin, eşi benzeri olmayan bir hal.

KALICI BAŞARILAR TESADÜF DEĞİLDİR!

Her yönetmen bir bakış açısı, başka bir pencere… Hangi pencerenin camından size bakılmasını oradan insan ve hayat manzaralarının yaşatılmasını isterdiniz? 

İşinde başarılı olan insanlara karşı saygım sonsuzdur. Çünkü kalıcı olan başarılar tesadüf eseri olmadığını düşünenlerdenim. Başarılı insanların size daima öğretecek şeyleri vardır, daima. Başka bir deyimle kendinizi geliştirirsiniz bir birey olarak. Bu anlamda bir Nuri Bilge Ceylan, Çağan Irmak, Kudret Sabancı, Zeki Demirkubuz, Ferzan Özpetek, Fatih Akın aklıma gelen ilk isimler. Bir kaç haftadır sinema sohbetleri yaptığımız Cankat Ergin ile çalışmak da hoşuma gider. Buna karşın ülkemizde ismi duyulmamış ama mesleğini tutkuyla yapan yönetmenlerle de çalışabilirim.

MEÇHUL ALANLARA DALMAK İSTERİM!

Richard de Bury’in dediği gibi ‘Yazdığı kitap, yazarın ölümsüzlüğünü yaratır.’ Siz sahnede ya da beyaz perdede hangi karakteri canlandırarak, enstrüman olan bedeninizi nasıl birine vererek ölümsüzleşmek isterdiniz? Ve neden o karakter?
O kadar çok karakter var ki hangisi sıralayayım ki… 

Shakespeare, favorileriniz arasında, bildiğim kadarıyla. Mesela KraL Lear’daki ‘Soytarı’yı oynamak istediğinizi de biliyorum.
Aynen… Shakespeare’in favorim olduğunu bilir, beni tanıyanlar. Ama “Pir Sultan Abdal” eserinde Hacı Bogos karakterini oynamak beni çok mutlu etmişti (SAKM) Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde, rahmetli Çolpan İlhan hocanın tiyatrosunda. Bu aşamada meçhul alanlara dalmak isterim. Adım atılmamış yerlere, başka bir deyimle genç yazarlarımızın eserlerinde yer almak beni heyecanlandırır. 

BAKMIYORUZ, DİNLEMİYORUZ, TATMIYORUZ HAYATI!

İşiniz gözlem. İnsanları ve hayatları gözlemlediğinizde… Günümüz dünyasında rutin ve kaotik bir sıkışmışlık içinde neleri kaçırıyor insanlar?

AN’ı yaşamayı! Her şeyi ve herkesi bir obur gibi, sindirme süresi tanıma zahmetinde bulunmadan yaşıyoruz. 
Buna yaşamak denirse…

Aynen öyle, buna yaşamak diyebiliyorsanız… Bakmıyoruz, dinlemiyoruz, tatmıyoruz hayatı artık. Çok yazık.

Hayatınıza bakıp düşündüğünüzde yaşamınızın kırılma noktasının ne /neler olduğunu söylersiniz? 

IPJA’da tiyatro okurken (Paris Genç Sanatçılar Enstitüsü) efsane hocamız Jean Darnel bir çalışmadan sonra “Sen ana rahminde sanatçıydın zaten” demesi ve bunu Paris’in en seçkin oyuncu adaylarının önünde söylemesi hayatımı sarstı. 1998 yılında, rahmetli Atıf Yılmaz’a, Paris’te yer aldığım bir tragedya eserini videosunu hediye etmiştim. Kendisini bir sene sonra ziyaret ettiğimde, yazmış olduğu bir biyografik eserini bana hediye edip, ilk sayfasına Jean Darnel’in sözlerine benzer satırlar ithaf etmiş olması, anlatılmaz duygular uyandırdı içimde. Onunla bir sonraki filminde çalışacaktık. Hastalığı buna izin vermedi. Hayat zalim. Nur içinde yatsın.

Andre Malraux’un ‘İnsan, manzaraya bakarak manzara ressamı olmaz. Peyzajlara (manzara resimlerine) bakarak ressam olur’ sözünden yola çıkarsak… İnsanı insana, insanla anlatan tiyatro ve diğer sanatlar neden çare olamıyor kötüye insanlığa karşı?

Tiyatro bir katarsis jimnastiği… Tiyatro, sosyalleşmiş hayvanlar dediğimiz insanların günahlarından arınmasına fırsat veren, limitlerini zorlayan ve soluk aldıran bir alan.

YAŞAMIMIZDA LİMİT GÖKYÜZÜDÜR! SINIR YOK – YOL AÇIK!

“Tiyatro, insanı günahlarından arındıran, limitlerini zorlayan ve soluk aldıran alan…” cümlenizden yola çıkarsak… İşte, aşkta ve hayatta sınırları, limitleri zorlamak, nereye kadar sizin dünyanızda?

İngilizlerin bir lafı vardır: “Sky is the limit!” diye. Sınır gökyüzüdür. Gökyüzünün de sınırı olmadığına göre yolumuz açık! Yeter ki attığınız her bir adım samimiyet kokusu salıversin.

HAYAT, ÖĞRENDİKÇE CAHİL KALDIĞINIZI ANLADIĞINIZ DİPSİZ BİR KUYU!

Tiyatro bana affetmeyi öğretti” diyorsunuz. Peki geçen yıllar içinde, hayatın size öğrettiği en önemli şeyler neler?
Uzakta bir dağ görüyorsunuz. Nemrut, Erciyes ya da A, B dağını düşünün; tepesine bakarak bir adım atın, bir adım daha… Ve durmadan devam edin. Bir sure sonra attığınız her bir adımda dağın bir o kadar adımla geri gittiğini hissedeceksiniz. 

“Hayat işte bu” diyorsunuz.

Aynen… Öğrendikçe cahil kaldığınızı anladığınız dipsiz bir kuyu! Ama hayatı anlamamaktan daha çok korkutan bir şey var beni, o da yanlış anlamaktır.

Ölümlü dünyada, nedir bu, insanın insandan, hayattan, dünyadan alıp veremediği? Bireyler kendi ruhlarını kazıdığında karşılaştığı hangi durumlar - konular bunun nedeni olabilir? 

Her bir birey var olma mücadelesi veriyor kendine ait argümanlarıyla. Toplumun ona dayatmış olduğu algılar, kurallar, estetik, maddi – manevi işaretlere, kriterlere uymak zorunda, takdir ve beğeni kazanıp bu panayır içinde de yer edinebilmek istiyorsa. Bazen elde etikleri ile yetinmeyebiliyor. İşte o zaman mutsuzluk ve o eksiği giderme güdüleri ortaya çıkıp çıban gibi büyüyor, akabinde sınırsız hırs ve kaçınılmaz geri dönüşü olmayan vahim dehşet verici durumlar… 

SÜRÜNÜN İÇİNDE MUTLULUK OYUNLARI OYNAYANLAR VAR!

‘Eğer mutlu olmak istiyorsanız sıradan olacaksınız. Sıradanlığa karşı koymak istiyorsanız mutsuzluğu ve dolayısıyla yalnızlığı göze alacaksınız” diyor Sartre. Mükemmeliyetçi ve farklı düşünen bir insan olmanın cezasını nelerle ödediniz / ödüyorsunuz hayatta? 

Aynı Sartre, “l enfer c est les autres “ der, yani “Cehennem diğerleridir!” Bir sürü içinde yürüyorsan ve sana bir istikamet gösteriliyorsa, nerde - ne zaman otlanacağını izah zahmetinde bulunmadan sana emrediliyorsa, sen de buna itaat ediyorsan sen mutlusun. Ancak “Neden” sorusunu sormaya başlarsan, kalıbın, tablonun biraz dışına çıkar. Sırıtırsan, düzen için, belki sürü için bir tehlike olabilirisin. İşte bu noktada sana bir fatura uzatılır. Bunu ödemeye hazırsan sürüden ayrılırsın. Sürünün içinde mutluluk oyunları oynayanlar var.

Özgecan, Manisa’da yakılan kadın, arabadan atılıp ezilen genç kız, öldürülen gazeteci Nuh Köklü, yaşanan ve bitmeyen, bitmek bilmeyen birçok olay… Yaşananlara baktığımızda, nedir toplumu bu kaosa sürükleyen? Nedir yetmeyen ya da neyin eksikliği? 

Kalkınmış ülkelerde eşcinsellere evlenme hakkı tanınırken ne yazık ki ülkemizde vahşice katliamlara şahit oluyoruz. Kadimlerimizin toplumumuzdaki yerini sorgulamalıyız ve ona hakettiği yeri eninde sonunda vermeliyiz. Erkeğin oyuncağı, cinsel obje olmaktan çıkarmalıyız kızlarımızı, kardeşlerimizi, eşlerimizi, annelerimizi. Kadın - erkek eşitliği mücadelesini verenlerden biri olarak evlerimizde, okullarımızda, camilerimizde, işyerlerimizde, tabusuz bu devasa soruyu sormalıyız kendimize: ‘Kadın nedir?’

KİBİR VE BENMERKEZCİLİK İÇİMİZDEKİ MİRASI YOK EDER!

‘Sanat, bir haz, bir avuntu ya da eğlence değildir, çok yüce bir şeydir. Sanat insanların bilincini ve aklını, duygu alanına aktaran bir insanlık yaşamı organıdır’ diyor Tolstoy. Ama birçok kişi bu organı öldürmeye çalışıyor yaşatmak yerine. İnsanın bile bile damarını kesmesini neye bağlıyorsunuz?

Sanatçı düşünür, sorgular, rahatsız eder. Yaşam – ölüm kavramına farklı bakar. Bir sanatçının mirasçısı, eserinin kendisidir. Buna hayat verirken insanlara şu mesajı vermek ister: ‘Bizler, her birimiz tek, yegane bir başyapıtız. Mükemmel olmayan bir ham madde ama mutlaka işlenmeye değer bir çamur parçası. Bunu ne olur kabullenip kibirden uzak duralım’ der, bunu ister bir sanatçı. Kibir ve benmerkezcilik bu içimizdeki mirası hep yok eder ne yazık ki!

SUNUCULUK BENİM İÇİN TENEFFÜS ALANIYDI!

Sanat demişken… Siz oyunculuk, eğitmenlik paralelinde bir şey daha yapıyorsunuz. Sunuculuk… MAKSATınızı aşıyorsunuz, hem de SANATla! Genel Koordinatörü ve Uygulayıcı Yapımcısı olduğum MAKSAT SANAT programında beraber çalıştık sizinle. Dile kolay 60 hafta MAKSAT SANAT adlı kültür - sanat programı sundunuz. Tabii ki “Oyunculukla sunuculuğu karşılaştırmanız gerekirse...” demeyeceğim ama bu program vesilesiyle konuk ettiğiniz isimlerle, sektörle ve hayatla ilgili neleri fark ettiniz? Hangi tecrübeleri kattınız heybenize? 

Bu program benim için bir teneffüs alanı oldu. Ne yazık ki bitti. MAKSAT SANAT’a, geniş kitlelere ulaşabileceğimiz bir kanalda devam etmeyi çok isterim. Başka geniş bir platformda gerek görsel gerek yazılı bir medyada devam etmek de en büyük arzum. Ülkemizin sanata ve sanatçılara hiçbir zaman olmadığı kadar çok ihtiyacı var.

<!-- cuneyt

FACEBOOK LE YORUM YAZ | Facebook hesabnzla ye olmadan yorum yazn

window.fbAsyncInit = function () {
FB.init({
appId: '194259027284532', // App ID
channelUrl: '//www.aksam.com.tr/channel.html', // Channel File
status: true, // check login status
cookie: true, // enable cookies to allow the server to access the session
xfbml: true // parse XFBML
});

if (typeof (FBWindow) !== "undefined") {
var fbWindow = new FBWindow();
fbWindow.display();
}
};

// Load the SDK Asynchronously
(function (d) {
var js, id = 'facebook-jssdk', ref = d.getElementsByTagName('script')[0];
if (d.getElementById(id)) { return; }
js = d.createElement('script'); js.id = id; js.async = true;

ref.parentNode.insertBefore(js, ref);
}(document));

<!-- cuneyt

Leave a Reply