Sosyalist solun dairesel tekamülü

Öner Çubukçu
Araştırmacı

1990'lı yılların sonuna doğru yaşanan küresel ekonomik krizin en sarsıcı etkileri Latin Amerika'da görüldü denilebilir. 1980'lerde IMF tarafından uygulanan "acı reçeteler" nedeniyle Arjantin gibi ülkelerin ekonomisi çökme noktasına gelmiş, bu durumun neticesinde ise sol-popülist hareketler 1990'lı yıllar boyunca Latin Amerika'da yükselişe geçmişti. 1990'lı yılların sosyal zemini hazırlamasının ardından 2000'li yıllarla birlikte Brezilya'da Lula, Arjantin'de Kirchner, Uruguay'da Vazquez, Bolivya'da Morales iktidara gelmişti.
Bu dalganın belki de ilk temsilcisi ise 1998'de Hugo Chavez liderliğinde iktidara gelen Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi idi. 2000'li yıllar boyunca iktidarda kalan bu sol-popülist iktidarların başarıları ise tartışmalı oldu. Maden ve petrol gibi endüstri ürünlerinin artan fiyatları neredeyse tamamı maden ya da petrol ihracatçısı olan bu ülkelerin rant gelirlerinde büyük bir artış meydana getirdi ve bu durum sol-popülist iktidarların popülist sübvansiyonlar uygulamasını kolaylaştırdı. Ancak 2008 krizinden sonra bu endüstriyel ürünlerin fiyatlarındaki istikrasızlık ve son yıllardaki düşüş söz konusu ülkelerin ekonomilerini kırılganlaştırdı.

VENEZUELA, BOLÄ°VARCI DEVRÄ°M VE CHE

Bu ülkeler arasında Venezuela, Bolivarcı devrim ve Chavez dolayısıyla biraz daha ayrıksı bir yerde durdu. 2010'dan itibaren bu ülkeye dönük ABD ambargolarının ağırlaşması ülke ekonomisini neredeyse durma noktasına getirdi. Böyle bir atmosferde, Latin Amerika'da 2000'li yıllarda yaşanan popülist-sol jargonun iktidara gelme trendinin ilk halkası olan ülkede geçen haftalarda sandığa gidildi ve son yılların en kritik seçimlerinden birisi gerçekleştirildi.

Seçimlerden muhalefet zaferle çıktı, sosyalistlerin 17 yıllık hakimiyeti sona erdi. Merkez ve sağ partilerin mecliste yoğunluğu ele geçirdikleri seçim sonuçlarını kabul eden Devlet Başkanı Maduro sonuçların Sosyalist Parti tarafından ele alınacağını açıkladı. Aslında bu seçim sonuçları Venezüela Birleşik Sosyalist Partisi (Partido Socialista Unido de Venezuela, PSUV) tarafından bekleniyordu. ABD'nin uyguladığı ambargoların sertleşmesi dolayısıyla ülkede süt, pirinç, yemeklik yağ gibi temel bir takım ihtiyaçların karşılanamaz hale gelmesi üzerine bir seçim hezimetinin yaklaştığını farkeden Venezüela lideri Ağustos ayında yaptığı açıklamada Bolivarcı devrimin radikalleşmesi gerektiğinden söz etmişti. Bu radikalleşmenin içeriği belirsiz ancak marjinalleşme eğilimi taşıdığı kesin.

Devrimin radikalleşmesi söylemi Venezüela'daki Sosyalist Parti'nin, bazı sol hareketler tarafından eleştirilmesine sebep olan uygulamalarını gözden geçirmesi anlamında kullanılmıştı. Zira Chavez iktidarı da dahil olmak üzere Sosyalist Parti devletin tüm organlarını kontrol altına alacak bir mekanizma kurmadı. Diğer taraftan ülke ekonomisinin çok büyük bir bölümü özel sektörün elinde bulunuyor. Chavez döneminde kurulan Komünal Konseyler eliyle örgütlenen küçük ve orta ölçekli işletmelerin ülke ekonomisindeki ağırlığı önemli bir boyutta değil. İplerin elinden kaçacağını düşünen Venezüela Birleşik Sosyalist Partisi'nin önümüzdeki dönemde "devrimin radikalleşmesi" söylemi etrafında ülkeyi Soğuk Savaş yıllarından hatırladığımız “klasik sosyalist ülke" formuna taşıma ihtimali oldukça yüksek. Bu durum esasen sadece Venezüela'da değil tüm dünya sosyalizminde beliren bir trendin yansıması olarak ele alınırsa daha sağlıklı analiz yapılabilir.

SYRIZA'NIN BÃœYÃœBOZUMU

Radikal Sol Koalisyon'un (SYRIZA) Yunanistan'da iktidara gelmesi dünya ölçeğinde tüm sosyalist hareketlerde bir heyecan yarattı. SYRIZA'nın küresel kapitalist sistemin dayattığı politikalara verdiği ilk tepkiler de bu heyecanla desteklendi. Öyle ki ortaya çıkan söylemin etkisiyle SYRIZA Avrupa Birliği ve Dünya Bankası tarafından önerilen kurtarma paketini referanduma götürmeye, referandum için de "HAYIR" kampanyası yürütmeye karar verdi. Referandumdan hayır çıkmasıyla SYRIZA üzerinde enteresan bir büyü oluştu. Ancak oluşan büyü SYRIZA'nın "hayır" kampanyası yürüttüğü referandum paketinden daha ağır bir programı kabul etmesi ve hükümetteki "marjinal sol" unsurları tasfiye edebilmek için seçime gitme kararı almasıyla dağılmaya başladı.
SYRIZA'nın yarattığı heyecan o kadar kuvvetliydi ki girilecek seçimlerden SYRIZA'nın ciddi bir oy kaybı ile ayrılması bekleniyordu fakat SYRIZA oylarını büyük oranda muhafaza etti. Sosyalist solun Soğuk Savaş sonrasındaki belki de ilk ciddi tecrübesi böylece hezimetle neticelendi. Bu durumun en net etkisi kendisini sosyalist solun politik söylem düzeyinde göstermeye başladı. SYRIZA dolayısıyla "uğranılan yenilgi" sosyalist solun bu söylem düzeyiyle iktidara gelme olanağının neredeyse olmadığını gösterdiği için söylem düzeyi marjinalleşmeye, hatta geçmişe dönmeye başladı.

Bu eğilimin en ilginç örneklerini ise İngiltere İşçi Partisi'nin verdiği söylenebilir. Jeremy Corbyn'in başkan olması sonrasında Corbyn
ve İşçi Partisi kurmaylarının verdikleri demeçlerde, yaptıkları konuşmalarda yaptıkları atıflar dikkat çekici. Örneğin İşçi Partisi'nden Milletvekili ve Gölge Maliye Bakanı John McDonnell geçtiğimiz günlerde devletleştirmeyle alakalı bir parlamento oturumunda Maliye Bakanı George Osborne'a Mao Zedong'un Küçük Kırmızı Kitap'ını maliye politikalarını belirlemede yardımcı olması için verdi. İşçi Partisi'nin lideri Corbyn ise yeni yıl dolayısıyla parti ekibine yaptığı konuşmada Arnavutluk'u 40 yıldan fazla bir süre katı şabloncu bir sosyalizmle, demir yumrukla yöneten Enver Hoca'ya atıfla "Bu yıl geçen yıldan daha zor geçecek" ifadesini kullandı.

ORTODOKS MARSÄ°ZMÄ°N HAYALETÄ° KITA KITA DOLAÅIYOR

Türkiye'deki sosyalist sol da farklı bir noktada değil ve fakat daha dramatik bir durumda olduğu söylenebilir. Zira Türkiye'de sosyalist solun kitlesel bir desteği tarihsel olarak söz konusu olmamıştır. Türkiye sosyalist solunun düşünsel olarak temel iki angajmanı olduğu söylenebilir. Bunlar stalinizm ve kemalizmdir. Stalinizmi Rus milliyetçiliğinin agresif bir modernleşme versiyonu olarak ele alan araştırmacıların tezleri hatırlandığında kemalizme duyulan ilginin kaynağı da bir biçimde anlaşılır kılınabilir. 1960'lı yıllarda Türk siyasal hayatında ilk olması dolayısıyla belirgin bir medya ve entelektüel ilgisi gören Türkiye İşçi Partisi etrafında sentetik bir kitleselleşme izlenimi yaratılmıştır. Bu sentetik izlenim de zaten 1969 seçimlerinde net bir biçimde ortadan kalkmıştır.

Ä°HALE HDP'YE VERÄ°LDÄ°

Bununla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi'ne karşı demokratik seçimlerde alınan mağlubiyetler solun siyasal bir seçenek olarak şiddeti yeniden öncelemesini beraberinde getirmiştir. Bu çerçevede sosyalist hareketlerin önemli bir kısmının sözcülüğü 1960'lı yılların ulusal kurtuluş hareketi ideolojisinin revize edilmiş halini temsil eden, net bir Kürt milliyetçiliği çizgisini savunan HDP'ye vermeleri, bu çerçevede PKK ile ideolojik angajman kurmaları Türkiye'deki sosyalist solun da bu kadar tecrübenin ardından baba ocağına dönüş eğiliminde olduğunu göstermektedir. Yine bu bağlamda kemalizme dönük geçmiş dönemde eleştirel bir çizgi geliştiren sosyalist hareketlerin önümüzdeki dönemde “Kemalizmin ilerici boyutuna†vurgu yapmaya başlayabilecekleri, Kemalizme haksızlık yaptıklarını düşünmeye başlayabilecekleri söylenebilir.

Venezuela seçimleri bize dünyanın bir başka ucundan sosyalist hareketlerin geliştirdikleri "fundamentalist" çizginin işaretlerini veriyor. Sosyalist hareketler Marksizme, marksizmin pratik biçimleri Leninizm ve Stalinizme geri dönerek yeni bir sıçrama yapma arayışı içerisinde. Marx, Komünist Manifesto'nun girişinde "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor, komünizm hayaleti" demişti. Bu hayalet İkinci Büyük Savaş sonrasında Stalinizmle beden kazandı ve insanlık tarihi açısından hiç de hoş olmayan hatıralar bıraktı. Gelin görün ki aradan yaklaşık 150 yıllık bir zaman geçtikten sonra "şabloncu marksizmin" hayaleti tüm dünyada dolaşıyor.

Leave a Reply