Nuran Adak ÖLMEZ / Köşe Yazarı

   Yaşı kırkın altında olanlar pek hatırlamaz ama, yaşı kırkı geçenler çok iyi hatırlayacaklardır.
                    Yıl 1982, Arjantin'in 300-400 km. yakınlarında Falkland Adaları adı altında(iki büyük ve çok sayıda küçük adadan oluşan) bir yer. Bu adaların onbin metrekare yüzölçümü vardır. Toplam üçbin civarında da insan yaşamaktadır.
                     Adalar, iç işlerinde serbest ancak, dışişlerinde İngiltere'ye bağlı konumdadır. İngiltere'ye uzaklığı, onbeşbin km. civarındadır.
                     Arjantin, adaların kendi topraklarına çok yakın olduğundan kendi ülkesine bağlanmasını ister. İngiltere kabul etmez.” Referandum” der. İngiltere yine kabul etmez. Sonunda Arjantin, adalara asker çıkartır. Bayrak çekerek kendine bağladığını ilan eder.
                     İngiltere, Arjantine göre 40-50 kat daha uzak mesafede olmasına rağmen, çoğu kayalıklardan oluşan  bu adalar için donanmasına emir verir. “Gidin o adalara tekrar İngiltere bayrağını çekin “der.
                     Donanma yola çıkar. Günlerce süren yolculuktan sonra Falkland'a ulaşır.
                     Arjantin'in elinden adaları alır. İngiltere, bayrağını göndere çeker.
                     Kaç gemisinin battığını net hatırlamıyorum ama, ada nüfusunun neredeyse yarısı kadar asker kaybı olduğunu hatırlıyorum.
                      Bu olayın İngiltere'ye ekonomik, jeopolitik açıdan ne kazandırdı bilinmez. Ama, stratejik ve psikolojik açıdan çok şey kazandırdığı ortada.
                     Dünyada, hiç bir devlet İngiltere'ye laf söyleyemiyor.. Amiyane bir tabirle “bulaşmak” istemiyor.
                     İşte “büyük devlet, güçlü siyaset” denen bu olsa gerek.
                    Oysa Putin denen ajan bozuntusu, Rusya'daki bütün basın mensuplarını toplayarak, iki-üç saat boyunca nutuk atıyor.
                     Suriye'ye ne kadar asker ve silah yerleştirdiğini anlattıktan sonra; “Şimdi Türk uçakları oralarda uçsunlar da görelim.” diyerek, açık açık tehdit savuruyor.
                     Bu tehditlere ne kadar kızsak, ne kadar kanımıza dokunsa da, ortada bir gerçek var. Türkiye maalesef, Suriye masasından dışlanmış, sözü dinlenmez olmuştur.
                     Suriye ile ilgili bütün külfeti bize yönlendirenler, nimet ve söz hakkı gündeme geldiğinde bizi, dışarıda bırakmayı tercih etmişlerdir.
                     Ama unutulmaması gereken şudur; Uluslar arası camiada kimse kimseye bir şey ikram etmez. Devletler, izlediği politikalarla kendi menfaatlerini korur ve almak istediklerini alır. (Falkland olayında olduğu gibi) İngiltere bu yüzden, dünyanın her yerinde pastanın en güzel yerini alıyor.
                     Oysa biz, bugün değil, yaklaşık on ay önce (Şubat 2015) Suriye politikasında çok şey kaybettik.
                    “Süleyman ŞAH  ”, bizim   ŞAH damarımızdı. Sınırlarımız  dışındaki yaklaşık on dönümlük bu vatan toprağını, üçbuçuk teröristin tehdidine boyun eğerek taşımaya kalkmamız, bizim Suriye'de ve uluslararası  camiada kaybedişimizin başlangıcı oldu.
                      Vatan toprağını taşımaya kalkanlara, kimse saygı duymaz, ciddiye almaz. Halbuki Süleyman Şah, sınırımıza 70-80 km. uzaklıkta. Suriye'de güvenlik sorunu var. Oraya ,Türkiye'den uzanan bir hat çek.(3-5 km. genişliğinde) Ulaşımını ve güvenliğini sağla. Askeri bölge ilan et. Şimdi seni tehdit edenler, Suriye'deki bu bölgelerde hareket edenler ,senden izin alsınlar.
                      Ayrıca, dünya siyasetinde önemli bir yere sahip olmak için; ABD, Rusya, Fransa veya İngiltere gibi süper güce sahip olmaya da gerek olmadığını -akıllı bir devlet politikası ile, bunun pekala mümkün olduğunu- , komşumuz İran bize göstermiştir.
                      Bizim, Başika'daki eğitimci askerlerimizi Musul'dan(Irak topraklarından) çekmemizi isteyenler, İran'ın; Yemen'den Suriye'ye, Irak'tan Lübnan'a kadar savaşçı asker bulundurmasına ses  çıkartmadıklarını hayretle izliyoruz.
Hayırlı Cuma'lar....

 

Leave a Reply