Ali Esad GÖKSEL / HT CUMARTESİ
Hatırlar mısınız, bilmiyorum. Bir zamanların en sevilen “hikâyeleri” şunlardı: “Hakem şey idi ve hakkımızı yedi. Saha çamurlu ve buzlu, çok çok kötü... Rüzgâr da üstelik, aleyhimize esti, durdu...”
Ve şudur budur şudur...
Bütün bu güzel laflar da nihayetinde aynı metinle bağlanırdı: “Sahada yenilmiş olabilirler. Ama onlar gönüllerimizin şampiyonu...”
Epey bir zaman oldu. Bu ve benzeri muhabbetten uzak kalmıştık. Ne zamanki canlı yayınlar, HD teknolojisi, ayrıca detay kameraları, usta işi rejiler bizi külyutmaz hale getirdi, işte o gün bu gün, o muhabbetler de tarih oldu. Taa ki geçen haftaya dek...
Deutschland über alles on birinin, Buenos Aires’e yolcu ettiği Arjantin takımı, tangonun başkentinde yüz binler tarafından karşılandı. Bağırlara basıldı. “Bizim gönlümüzün şampiyonu sizlersiniz” diye teselli verildi.
Bakın, adım gibi eminim bu söylemde zerre kadar abartma yok. Olamaz. Neden mi, nereden mi biliyorum? Çünkü gördüm, yaşadım ve tanık oldum. Arjantin halkı tam da böyle bir halk. Heyecan dolu. İçten, samimi. Ayrıca kadirbilir...
Doksan dakika bitti, gitti; evli evine, yolcu yoluna yok! Hele bir hatırlayın. On yıllar geçti. Evita aşkları berdevam. Sanırsınız Eva Peron geçen ay öldü. Öyle işte...
Geçen hafta beyanım vardı: “Arjantin’i tutuyorum” diye peşinen... İki kez köşe bucak gezdiğim bu toprakların sevdalısı olmuştum.
Ama olmadı işte...
Şu tatsız lafı bilenler, bilmeyenlere anlatsın: Futbol kati kuralları olan bir oyundur. 22 kişi oynanır. 90 dakika sürer. Ve sonunda Almanlar kazanır!
İşte bizimki de o hesap...Elbette gönlümün şampiyonu Arjantin. Buenos Aires’te Boca Juniors fanatikleriyle konuşuyoruz. Konu Messi... Bakıyorum. Her birinin yüzüne saygı ve sevgi dolu bir ifade yerleşiyor. Messi’nin Arjantin için, özellikle kendi şehrine yaptıkları... Sözün bittiği yer. Okullar, hastaneler, bakımevleri, spor sahaları... Anlata anlata bitiremiyorlar. Ama adamın duruşunu gözünüzün önüne getirin. Tevekkeli değil, o tek defaya mahsus “noblesse oblige hali”...
Türk Hava Yolları’nın “Sakın ola, tüh be” demesini istemem. O Messi’li kampanya son zamanların küresel ölçekte en iyisiydi. Sadece dün, kupadan önce değil. Bugün de öyle. Hatta şimdi, belki daha fazla... Nasıl mı? Söyleyeyim. Bunlar özel insanlar... Yaşadığımız dönemin, on yılın mührü gibiler. Önümüzdeki günler, yıllar birlikte göreceğiz... Ezcümle, Arjantin’e sadığım. Gönlümün şampiyonu ile devam...
SON MESKÛN MENZİL
Size “Kaupe”yi anlattıydık. Arjantin’in en iyi üç lokantasından birisi... Nerede? Allah’ın unuttuğu bir yer, Ushuaia’da... Güney Kutbu’ndan önceki son durak. Sıfatı dahi heyecan verici: “Son meskun menzil”.
Açık denize, okyanusa bakan yamaca oturmuş kahvemi içiyorum...
Isıran bir soğuk, yakan bir güneş var. İkisi aynı zaman, aynı mahalde? Oluyor işte... Kutba doğru yol aldıkça bu etkinin arttığı anlatılır ya... Meraktayım. Jules Verne’in “Dünyanın Ucundaki Fener”i önümde.
Fok balıkları, martılar. Akıl almaz bir kakofoni. Sert dalgaların tuzlu damlaları, yağmurla birlikte dudaklarımızda... Macera tutkunlarını kıskanmamak kabil mi? Gözleri burayı mı tuttu? Altı aylığına yerleşiveriyorlar. Aksi bahanelere mahal yok...
Ushuaia’nın önde gelen turistik binası ne sanırsınız? Bir hapishane. Eski zamanların kabusu, şimdinin müzesi olmuş. Dolaştırıyorlar. İlgilenmiyorum “İstemem” diyorum. Ama “Aman” yok! O hücre, bu hücre, şu hücre derken... Meşhur seri katilin hücresindeyiz. Şu insanoğluna akıl erer mi? Haydi “Seri katili anladık” diyelim. Muhteremin hatırasını tavaf eden bana sır erer mi?
Okyanus kıyasında vahşi Patagonya kırsalında ahşap bir oteldeyim. Küçücük, karakterli bir otel... Rüyamda Darwin Efendi’yi görüyorum. Nasihat ediyor: “Bre gafil! Uyuyup durma. Boş duranı Allah sevmez. Haydi davranasın...” Çaresiz kalkıyor, yola koyuluyorum.
KADEHTEKİ BUZLAR
Hedef kuzey. El Calafate. Sıra dışı bir şey var burada: “Perito Moreno”. Bir ucu Arjantin diğer ucu Şili’de dev bir buzuldan söz ediyoruz. 250 kilometrekare büyüklükte. Dünyanın üçüncü tatlı su rezervi. Hem Arjantin hem de UNESCO’nun listesinde. Ushuaia, El Calafate arası uçakla 70 dakika. Havaalanında bir vasıtaya biniyoruz. 2 saat. Bir-iki kontrolden sonra, nihai istasyondayız. Üzerinizde sigara, sakız sair muzurat her ne varsa teslim alınıyor.
Altı lastik ayakkabılar ve özel bir yağmurluk kuşanıyorsunuz. Küçücük bir bot bizi bekliyor. Dalga ve gürültü çıkarmayan sakin bir motor gücü ile usul usul karşıya geçiyoruz. Sonra tek sıra halinde buzula hareket. Yarım saat sonra Perito Moreno’nun üzerindeyim. Arjantinli rehberim İstanbul’dan yeni dönmüş. Dünya artık böyle. Buzulun üstünde bir muhabbet: İstanbul’un gece hayatı... Ayağım kaymasın, aşağı göle yuvarlanmayayım diye Karıncaezmez Şevki gibi yürüyorum.
Rehberim mola veriyor. Ahşap bir sandığın içinden kristal kadehler ve malt çıkıyor. Yalnız buz yok. Elbette abartmamak kaydıyla buzuldan temin edebiliyorsunuz.
En az 15 bin yaşındaki doğa harikasına kadeh kaldırıyorum... Ertesi gün, tembellik peşindeyim. Ne mümkün!
Uçağımız bizi beklermiş. Yaklaşık 2 saat sonra Bariloche’deyiz. İstikamet dünyanın en şöhretli otellerinden “Llao-Llao”. Asır başından kalma Wright Mimari ekolünden... Gölün kenarında. Nasıl bir yer, şöyle anlatayım: Bizim Doğu Karadeniz ile İsviçre Alpleri’nin en güzel sahnelerini birleştirin. 2 ya da 4 güzellik katsayısı ile çarpın. İşte size Nahuel Huapi Gölü.
Rivayet o ki Nürnberg Mahkemeleri’nden kaçan Naziler buralara yerleşmiş. Bu zatları görmedim. Ama yöre halkı “Ari Alman ırkı” misali, sokaklarda dahi Almanca konuşuluyor.
MENDOZALI ŞALVARLILAR
Her güzelliğin bir sonu var. Öyle derler ya “Bariloche’ye veda zamanı”. Ne diye? Az daha kuzeye tırmanacağız. 80-90 dakika uçuşla efsanevi bir yere geliyoruz. Burası Mendoza. Bugün dünyada “Güney Amerika ve Şarap” diye bir mevzu varsa biliniz ki karakter oyuncu Mendoza’dır. Hemen And Dağları’nın eteğine yerleşmiş olan şehrin tek sözü şarap... Sadece Arjantin’den değil Napa Valley’den, Bourdeaux’dan, Rioja’dan da konuyla ilgili ne kadar muhterem varsa burada. Ya ortak olmuşlar ya da bizzat müteşebbis.
Ne diyeyim. Darısı başımıza. Bize de gelsinler, bizler de gidelim...
Arjantin Mendoza efsanesi Catena Zapata’nın evindeyim.
Tam bir Türkiye âşığı. Ana, kız adım adım gezmişler. Aman yanlış anlamayasınız. Öyle özel uçakla, şoför ve korumalarla değil. Söylemesi ayıp çok zenginler. Çook... Ama ana kız hakiki Türkiye’yi görmek üzere otogardan otogara, şalvarla dolaşmışlar. Kahkahalar ve kırmızı eşliğinde hatıralar anlatılıyor...