Başka bir yazı yazıyordum, televizyon haberlerini dinleyince onu yarım bıraktım.
ICQ zamanlarını hatırlıyor musunuz? O zamanlar bir meslektaşım ile chat yapıyorduk… Epey bir süre devam ettik… Kendisi bir psikiatrist idi… Ta, Arjantin’den… İnés… Adı bu… Çok sevimli, ateş böceği gibi gözleri olan, İspanyol asıllı bir entelektüel idi, İnés…
Humus’tan, “El Turco”ya; Maradona’dan Di Stefano’ya; 2. Philip’ten Sultan Süleyman’a, bin türlü şeyi konuşuyorduk… Ona Arjantin Pampa’ları ile ilgili gençlik rüyalarını anlatırdım. O da bana Arjantin’in o günlerde yaşadığı ekonomik bunalımın sebeplerini aktarırdı…
Sonra ICQ devri geçti… Facebook çağında da kendisine ulaşamadım…
Bir gece sohbet esnasında, lâf nerden döndü dolaşıp geldi, bilmem… Söz, Ermeniler’e geldi… “Onlar hakkında ne biliyorsun?” dedim…
“ Üç milyon beş yüz binini kestiğinizi…” diye cevap verdi…
“Umardım hakim bey, kabul ederdim hakim bey, ama yok da bu kadar” fıkrasına döndüm!
El insafın İspanyolcası’nı da bilmem; İngilizcesi’ni de… Arapça yazdım… İspanyoldur, Endülüs’ten bilir diye…
1915’te Anadolu’da o kadar Ermeni yoktu ki kesilsinler! Şimdi kaynak vermeye zamanım yok! Zaten gazete yazısında ikide bir kaynağa baş vurmak da adet değil! Ama 1915’te Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni nüfus, 1.5 milyon civarında idi çeşitli “resmi” kaynaklara göre… İnés’i fena yanıltmışlar! O kadar nüfusları olsaydı, ve belli bir bölgede çoğunluk oluştursaydılar, zaten bağımsızlık kazanırdılar! Bulgarlar daha çok değildi ki!
Ama bu gerçek, Tehcir esnasında üç yüz binden fazla Ermeni’nin telef olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmaz. Tehcir’e gelene kadar yaşananları, benden iyi bilen olmasın! Ama ondan sonra tarihin başından beri Anadolu’da yaşayan bir halk olan Ermeniler’in, memleketteki varlığının ortadan kalktığı da bir başka gerçek… İsmet Paşa Lozan’a giderken, “Ermeniler’in geri dönmesini katiyen kabul etmeyeceksin" diye bir de direktifle gitmişti, biliyor musunuz?
Herkes, meseleye kendi ulusal gözlükleri ile bakıyor! Ve dolayısıyla biz de Türk olduğumuzdan Türk gibi bakıyoruz! Ben, Ermeni gözlüğünü de dinleme fırsatını buldum, daha delikanlı iken… İstanbul’da Ermeni bir kız arkadaşım olmuştu bir ara…
Bu bir “Holocast” mıydı? Hayır kesinlikle değildi. Çünkü Ermeni soyunu ortadan kaldırmaya yönelik bir devlet politikası değil; sadece baş kaldıranları sınırdan uzak bölgelere göndermeyi emreden bir uygulamaydı! Ama sonuçta, bu kadar insan öldü! Zeytin Dağı’nda, Falih Rıfkı, Cemal Paşa’nın iki tetikçiyi, Ermeni kırımı yaptıkları gerekçesiyle nasıl astığını anlatır! Cemal Paşa’dan da daha İttihatçı biri yoktu herhalde… Adına ne derseniz deyin; 1915’te böyle acı bir olay, yaşandı… Mütareke döneminde de Nemrut Mustafa Paşa Mahkemesi, Osmanlı memurlarından Ermeni Meselesi’ne karışanları mahkeme edip, bir kaymakamı da astı! Halil Paşa da anılarında, Erivan’da nasıl karşılandığını anlatır! Un sıkıntısı çeken Ermeniler’e, kendi ordusunun istihkakından kesip, un vermiş! Bu nasıl “holocast”?
Ama politikada bir genel kural vardır: Bir olayın gerçekte nasıl olduğundan çok, nasıl bir algı yarattığı önemlidir…
Buenos Aires’te bir Arjantinli doktor, 3.5 milyon Ermeni kestiğimize inanıyorsa, inandırılmışsa, bu önemsenmeyecek bir durum olmadığı gibi “bırakın tarihçiler karar versin” denemeyecek de bir durumdur. Daha önemlidir…
Onun için her 24 Nisan’da, “Acaba bu sene ABD meclisi soykırım yaptığımızı kabul eden bir karar alacak mı?” diye, kâbus görülüyor… O kararı alanlar da bir yandan… Bu yazıyı Fransa’da yayınlasam, hapis giderim örneğin…
Türkiye, Osmanlı zamanında olan ve o zaman bile cezai takibat yapılan bir olayın sıkıntısını, tarihin sonuna dek taşımak zorunda olmamalıdır. Bütün bu gerekçelerle baktığım zaman, dün bu konuda bir devrim niteliğinde olan TC Başbakanı’nın, “ 1915 Olayları’nda ölenler için taziyetlerimi sunarım” mealindeki açıklamasını, selâmlıyorum. Tayyip Erdoğan, doğru yapmıştır…