Acının, ölümün tarihi…

<!--

-->

Soğuk bir geceydi...
Gökyüzünde yıldızlar saklanmışlardı yine.
Acılar, hüzünler...
Beş şehit cenazesi toprağa verilmiş, Güneydoğu’dan ölüm haberleri gelmeye devam ediyordu.
Yaşadığımız bereketli topraklar, insan yaşamı, kazılan hendekler, kör terör...
Aynı konuları yazmaktan bıkıp usanmıştık...
Yıllar önce yaşadığımız yüzyılın en büyük ozanlarından Jorge Luis Borges’in hayatını anlatan “Senyor Borges” (Can Yayınları) kitabını anımsadım.
Bir süre düşündüm...
Pencereyi açıp bahçeye baktım.
Soluk sarı ışıklar, üşütücü bir poyraz...
Arjantinli şair Borges, 1899’da doğmuş, 1986’da yaşamını yitirmişti...
Borges’in şiirlerini çok severim...
Kitabını buldum, kendi düşlerimde ölüm acısını, hayatı bir kez daha yaşadım o gece.
Sözcüklerin birbiri ardına gelmesi ve imkânsızlar.
Umut tümceleri, işkenceler, çatışmalar, zindanlar.
Kitabı okurken Arjantin’in, Şili’nin, yaşadığım güzel ülkemin eli kanlı faşistlerini anımsadım.
Cuntalı yıllar...
Ölüm!
Hayat!
Katliamların adresini aradım aradan yıllar geçmiş olsa da.
Kuşatma günlerini, yüreklerde çiçeklenen “aşk”ı, o mavi yalnızlıkları, çocukların ağlayışlarını düşündüm.
Borges’in dizelerinde göğün uzantısı vardı, uyku dolu bir zamanın tutsaklığı...
Bir başkaldırı insanlık adına. Irak’tan Suriye’ye, oradan Afganistan’a, Libya’ya dek Ortadoğu ve Kara Afrika’da yaşanan acılar...
Küresel güçler...
Sermaye-emek çelişkisinin ağızlardan çıkmaması, solun, sosyalistlerin birbirlerini yemesi...

***

Gece kendi yalnızlığının şarkısı söylerken, nice yaşanmışlıkların içinden kayıp giden umutlar aklıma geldi.
Canım sıkılıp hüzünlendiğimde Nâzım Hikmet’i, Mahmut Derviş’i anımsarım kimi zaman.
Şairler duyarlıdır...
Dizelerinde can verirler hayata!
Mahmut Derviş 2008 yılında 66 yaşındayken yaşama “eyvallah” deyip çekip gitti yıldızların yanına.
Filistin halkının şairiydi o!
Ezilmiş bir halkın sesi, soluğu, çığlığı...
Barış ve özgürlük sevdalısı...
Aklımda kalan dizelerini o soğuk gecede mırıldanıyordum:
“Uyu azıcık ey kızım uyu
Uçaklar ısırıyor beni bu baldan yüreği ısırıyor
Uyu hurmanın yolunda uyu
Görmeden önce katiller
Uçaklar uçacak odaların içinde ve banyoda
Beni uyar bomba parçaları sende çoğalınca
Taştan merdivenlerden toplayacağım
Ve irkil azıcık
Uyu azıcık”
Acının, hüznün, ölümün coğrafyasında bulutlarla konuşur şairler, rüzgârla birlikte zamanın şiirini yazardı.
Avuçlarımızdan kayan bir gökyüzü, kanat çırpan kuşlar, denizin hışırtısı...
Analar ağlıyor her yerde, çocuklar, kadınlar...
Şu karşısı kimsesizler mezarlığı...
Nâzım geçiyor mezarlığın önünden, Borges geçiyor Arjantinli, Mahmut Derviş Filistinli...
Halkların kardeşliği.
Değişken bir dünyanın bir köşesinde soluk soluğayım...
İnsanlığın acı tarihiyle karşı karşıya...
Yüreğim incinmiş, kırık!

***

İnsanlığın acı tarihi, hayat, umut...
Aklınıza gelen ne varsa.
Sevgiden, barıştan, aşktan yana!
Bir şarkı dilimde, sabaha yakın saatlerde:
“Yoruldu renkleri avlunun
akşamda.
Dolunayın büyük aydınlığı
alıştığı göğü artık büyülemiyor.
Gökyüzü öyle serin ki şimdi
küçük bir melek ölmüş diyecek bakıcılar.
Avlu göğün uzantısı
Tanrı’nın yüreklere baktığı
Bir penceredir avlu.”
Evet böyle Sevgili Can Dündar ve Erdem Gül...
Cuma günü Silivri’de Umut Nöbeti’ndeydik mavi göğün altında...
Susmayacağız ölümlere, hukuksuzluğa...
Acının, tarihin ölümlerini unutmayacağız!
Sevginin, aşkın resmini çizeceğiz süt beyazı duvarlara, mavi renkli kalemlerle...
Umudun türküsünü söyleyeceğiz, kardeşliği yaşama geçireceğiz...
Beyaz Toroslar’ı unutmayacağız!

Leave a Reply